Yaptığı araştırmanın derinliği, yazarın okuyucusuna saygısının göstergesidir.

Yaptığı araştırmanın derinliği, yazarın okuyucusuna saygısının göstergesidir.

Yaptığı araştırmanın derinliği, yazarın okuyucusuna saygısının göstergesidir.

Bir edebiyatçının – başka birçok özelliğinin yanı sıra – entellektüel açıdan meraklı biri olması gerekiyor. Araştırmayı, öğrenmeyi sevmesi şart. Hangi konuda yazarsa yazsın, (çok iyi bildiğini varsaydığı bir konuda bile!) mutlaka araştırması gereken ayrıntılar olacaktır. Hele hele, geçmiş zamanları, yaşamadığı bir coğrafyada, yaşamadığı dönemleri, derinlemesine bilmediği bir kültürü anlatmaya soyunduysa, bu araştırma süreci çok uzun sürebiliyor.

Kırık Rapsodi ve Rüya için, tarihi gerçekleri araştırmak epey bir zaman aldı, örneğin. Aylar sürdü. Farklı dillerde yazılmış tarih kitapları, sonra, o yılların günlük yaşamını ve insan psikolojisini daha iyi anlayabilmek için Macar yazarların eserleri, müze arşivleri, ulusal arşivler… Bir zamanların “Çok Gizli” olan evraklarının arasında haftalar geçirdim. Sıkıcı mıydı? Kesinlikle hayır! İkinci Dünya Savaşı sonunda Stalin ile Churchill’in karşılıklı oturup, geleceğin Demir Perde ülkelerinin kaderini belirlemek üzere el yazısıyla düştükleri notlara rast geldiğimde hissettiklerimi anlatmak kolay değil. Londra’ya gittiğimde, “Nereleri gördün? Neler yaptın?” diyorlardı. Sabah 9 akşam 5: Ulusal Arşiv. Kısaca İkinci Dünya Savaşı, Macaristan’daki Musevi soykırımı, darbeler, 56 Macar Devrimi ile ilgili tarihi ayrıntılar ruhuma işledi. O zamanda, o mekanda yaşıyor hale gelecek kadar. Rüyalarıma girecek kadar.

Ancak sadece tarihi araştırmakla iş bitmiyor. Yazdığınız dönemin sosyal ve kültürel yaşamını, bireyin ve toplumun psikolojisini de çok iyi anlamak ve içselleştirmek gerekiyor. Önemsiz görünen bazı detaylar önem kazanıyor. Yüz yıl boyunca, sürekli değişen moda, saç modelleri, av partilerinde neler giyildiği, davetlerde neler yendiği, hangi motosikletlerin revaçta olduğu, hangi sınıfın hangi sigarayı içtiği, hangi otomobili kullandığı gibi. Agnes beresini takacaksa bir karakter, zamanında takmalı – eğer modaya meraklı bir tipse. Yok, eğer demode bir tipse başka bir yılda takmalı. Nasıl bir karakter çizdiğinize bağlı.

Sonra… Paris’te La Coupole adlı bir kafe var, örneğin. 1930’lu yılların göz bebeği. Paris’te yaşayan Macar bir ressamın bohem hayatında önemli yeri olan bir mekan. Hikayedeki karakterlerin yaşamlarında iz bırakmış bir yer. Orada ne kadar zaman geçirdiğimi söylemeyeyim, daha iyi. Gözlerimi kapatıp sadece sesleri dinleyerek kendimi 1930’lara taşıdığım saatleri… Arşivindeki menüleri, gazete ve dergi kesiklerini, kitapları incelediğim zamanları… 1930’lu yıllarda verilen yılbaşı yemeklerinde neler yendiğinden tutun, hangi dönemde hangi sanatçının hangi masada oturduğuna, ressamlar arasındaki dedikodulara kadar çeşitli bilgiler topladığım zamanları… Ve bütün bunlar sadece birkaç sayfalık bir bölüm için.

Topladığım bu bilgilerin tamamını romanımda kullanmamış olabilirim. Ancak yine de tüm bu ayrıntıların yazdıklarıma dolaylı olarak yansıdığını ve anlatıya gerçeklik kazandırdığını düşünüyorum. Diğer taraftan, böyle bir araştırma sürecinin önemli bir etkisi daha olduğu kanısındayım. O da şu: Bu ayrıntılar olmadığında, hele tarihi bir romansa yazdığınız, karakterlerin okuyucuya bilgi aktaran içi boş kuklalar haline gelmesi gibi bir tehlike var. Anlatının “kuruması” riski. Bütün bu ayrıntılar, yarattığınız o karakterlerin sevilen veya nefret edilen, ama her halükârda okuyucunun kendinden bir iz bulduğu etten kemikten, gerçek insanlar haline gelmesini sağlıyor.

Şimdi size bir örnek daha vereceğim. Kırık Rapsodi ve Rüya birkaç yüz bin kelimelik bir anlatı. Bu anlatıdaki bir kelime – tek bir sözcük – üzerinde ne kadar durduğum size bir fikir verecektir yaptığım araştırmalar hakkında sanırım. Rutenya. Bu sözcükle ilgili olarak danıştığım kişiler, başvurduğum kaynaklar ve  harcadığım süre size abuk sabuk gelebilir. Ama benim için öyle değil. Bu bölge bazı kaynaklarda Zakarpatskaya olarak ifade ediliyor, bazı kaynaklarda Karpat Ukraynası, bazılarında Karpat Rutenya deniyor. Şimdi, romandaki karakterler bu bölgeden söz edecekler. Sene 1939. Karakterler Macar. Bir Macar’ın o devirde Zakarpatskaya demesi imkansız örneğin. Çünkü bu isim 1945 yılından sonra – Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne katıldıktan sonra – kullanılmaya başlamış. Karpat Ukraynası demeleri ise hepten imkansız! Çünkü bu, Rutenler’in 1939 yılı Mart ayında ilan ettikleri cumhuriyetin adı. Kurulmasından birkaç gün sonra Macarlar’ın bölgeyi istila etmesiyle birlikte yıkılıyor. Bir Macar’ın böyle bir ismi ağzına alması, vatana hıyanet gibi bir şey! Karpat Rutenya ise sonradan uluslararası terminolojide “tarafsız” bir ifade olduğu düşünülerek yaratılmış bir ad. Bir Macar “Karpat altı Rutenya” gibi bir deyim kullanıyor, ama bu kez Türkçe yazıyorsunuz ve arkadaşlar arasında bir sohbette bu terim çok tuhaf kaçıyor. Başka detaylar da var, ama sizi daha fazla sıkmayacağım.

Önemli mi bütün bunlar? Bence evet. Size basit bir örnek vereyim: Bir James Bond filmini hatırlıyorum. Rusya’dan Sevgilerle’ydi yanılmıyorsam. İstanbul’da geçen bazı sahneler vardı. Yerebatan Sarayı’nın bir ucundan girip, diğer ucundan çıktığında James Bond, kendini Şişli Meydanı’nda buluyordu. Onun gibi yaman bir ajanın bile becerebileceği bir iş değildi bu! Önemli mi bir filmde böyle bir hata? İstanbul’u bilenler için gülünç. Laubalilik… İzleyiciye saygısızlık gibi geliyor bana. Benzer bir hatayı bir yazarın romanında yapması ise bence gülünç olmanın ötesinde ciddi bir gaf. O yazarın ciddiyetine inancı sarsan bir gaf. Yazar hayal gücünü kullanarak gerçekleri bilinçli olarak değiştirmek yetkisine sahiptir elbette, – anlatısında ne vermek istediğine bağlı olarak, kurgusunun, olay örgüsünün gereği “yazarlık yetkisini” kullanabilir. Ama bunu bilgisizlikten dolayı ya da umursamazlığından dolayı yapması okuyucusuna saygısızlıktan başka bir şey değildir.

Araştırma yapmayı, yazarın okuyucuya saygısı olarak değerlendiriyorum – edebiyat sanatına saygısı olarak. Özellikle, tarihi bir roman yazıyorsanız, hikayenizde tarihi gerçeklere yer veriyorsanız, “Ben yazayım, aman kim ne anlayacak? Bunu da kim bilecek ki?” gibi bir sorumsuzlukla yazamazsınız. Bu büyük saygısızlıktır okuyucuya. Siz okuyucunuza saygı duyduğunuzda, emekleriniz, yerinde ve doğru olarak anlatıya kattığınız her ince ayrıntı, size saygınlık kazandıracaktır bir yazar olarak.

DÜŞÜNCELERİNİZİ BENİMLE PAYLAŞIR MISINIZ?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.