“Mutluluk, arzuların tatmin olması ile
ıstırapların başlaması arasındaki
kısacık bir soluktur.”
Gyula Krúdy
Kırık Rapsodi 1900’lü yılların başından günümüze kadar uzanan yüz yıllık bir dönemde Macaristan-Türkiye-Fransa coğrafyasında bir ailenin dört kuşağına yayılan epik bir anlatının ilk kitabı.
Ana hikâyede, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çökmesinin ardından Macaristan’da yaşanan siyasal ve toplumsal değişimler, İkinci Dünya Savaşı ve Musevi soykırımı, darbeler gibi tarihi olaylar sırasında soylu bir geçmişe sahip Macar bir ailenin zaman zaman bir araya gelen, zaman zaman farklı ülkelere savrulan bireylerinin yaşadığı kişisel dramlar, fırtınalı aşklar, sanatsal arayışlar, özgürlük uğruna ölümü bile göze alarak ödedikleri bedeller, kurdukları hayaller, hayallerinin gerçekleşmesini engelleyen korkular, iç çatışmalar ve bu iç çatışmaların getirdiği kişisel dönüşümler anlatılır.
Kurgunun dış çatısını oluşturan ve aynı zamanda ileriye dönük anlatılar şeklinde ana hikâyeye serpiştirilen çerçeve hikâyedeyse, bu ailenin dördüncü kuşağını temsil eden Rüya’nın, anneannesinin annesi Alexandra ve onun ağabeyi Karoly’un yaşamıyla ilgili olan Bir Macar Rapsodisi adlı romanını yazması sırasında yaşadığı değişim ele alınır.
Rüya aşka susamış ama kalbini açmaktan korkan genç bir kadındır. Anneannesinin annesi Alexandra’nın ölümü üzerine onun hayatıyla ilgili bir roman yazmaya başlar. Alex’in hikayesiyle birlikte yüz yıl geriye, 1900’lü yılların başına döneriz. Soylu ve varlıklı bir Macar ailenin güzeller güzeli kızı Alex, ikiz kız kardeşi Magda ve ağabeyi Karoly’la birlikte harika bir çocukluk ve gençlik geçirmektedir. Kardeşleri gibi o da yetenekli bir sanatçıdır ve ülkedeki en iyi güzel sanatlar akademisinden mezun olur. Deliler gibi âşık olduğu Rudi’yle nişanlanır. Herkesin imrendiği, eğlenceli ve rengarenk bir hayatı vardır.
Ancak Rudi’nin evlilik planlarını geciktirmesiyle, Alex’in ışıltılı dünyası yavaş yavaş kararmaya başlar. Varlıklı bir Musevi ailenin tek oğlu olan Rudi yakışıklılığı ve çapkınlığıyla Budapeşte’nin tüm genç kızlarının kalbinde taht kurmuş başarılı bir avukattır. Hırslı bir işadamı, amansız bir tenisçi ve av tutkunu olan Rudi’nin kadınlara ayıracak zamanı kısıtlıdır. Ve buna nişanlısı Alex de dahildir.
Alex, ağabeyi Karoly’un Paris’e taşınması ve kız kardeşi Magda’nın evlenmesinin ardından kendini yapayalnız hisseder. Tek arzusu bir an evvel bir aile kurmaktır. Rudi’nin bir türlü evlenmeye yanaşmamasından usanan Alex, ani bir kararla ağabeyi Karoly’un arkadaşı Aziz’in evlenme teklifini kabul ederek İstanbul’a taşınır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son sadrazamlarından birinin torun çocuğu olan Aziz kibar, bakımlı ve karizmatik bir salon beyefendisidir. Alex’e âşıktır ve onu koruyucu kanatlarının altına alır. Kısa bir süre sonra Alex İstanbul’daki yaşantısının, beklentilerinden çok daha farklı olduğunu görür. Bir yandan yabancı bir ülkede ve değişik bir kültürde çektiği zorluklar, diğer yandan kocası Aziz’in kıskançlıkları ve baskısı yavaş yavaş kendisini altından bir kafese hapsedilmiş hissetmesine neden olur. Kızlarının verdiği mutluluğa rağmen ailesine, memleketine, arkadaşlarına, özgürlüğüne duyduğu özlem gittikçe artar.
Ve bir gün her şey değişir. Dünya bir başka dünya savaşının eşiğinde gezinirken, Alex Rudi’yle karşılaşır. İmkansız bir aşkın kıskacında, sorumlulukları ile aşkı arasında bocalar. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte rapsodinin ezip geçen kırıp döken ikinci bölümü başlar.
Rüya romanının bu noktasında yazmaktan vazgeçer. İkinci bölümden hiç hoşnut değildir. Alex için mutlu bir son hayal etmek anlamsız gelir. Onun da kendisinin de hayatını mutlu sonu, yani Çardaş’ı olmayan kırık bir rapsodiye benzetir. Tam bu sırada, bir rüya görür. Romanını yazmaya devam edecek ilhamı veren, umut dolu bir rüyadır bu.
DÜŞÜNCELERİNİZİ BENİMLE PAYLAŞIR MISINIZ?